T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
ANKARA / MAMAK - Ayşe-Zeki Sayan İlkokulu

DİLİMİZİN ZENGİNLİKLERİ HİKAYE YAZMA ÇALIŞMASI

Mavi Güvercin

Okulumuzda Dilimizin Zenginlikleri Projesi kapsamında çalışmalarımız devam etmektedir.

Bu çalışmalar arasında Dede Korkut ile ilgili hikaye yazma çalışmamızda okul birincisi olan hikayeyi sizlerle paylaşıyoruz.

Öğrencimiz Hümeyra Rabia SARITAŞ ve öğretmenimiz Nuran DURMUŞ'u katkılarından dolayı kutluyoruz.

İşte öğrencimizin yazmış olduğu hikaye:

 

MAVİ GÜVERCİN

 

Bir varmış, bir yokmuş. Hümeyra adında güzel mi güzel bir kız çocuğu varmış. Annesi, onu hep hikâyeler anlatarak büyütmüş. Geçmişteki atalarıyla ilgili anlatılan hikâyeleri çok seviyormuş. Dede Korkut hikâyeleri, onun en beğendikleri arasındaymış.

Günler haftaları, aylar yılları takip etmiş. Hümeyra ilkokula başlamış. Okuma yazmayı öğrendikten sonra, kendisi de hikâye kitaplarını okumaya başlamış. Sınıfta en çok hikâye kitabı okuyan öğrencisi seçilmiş. Bunun üzerine öğretmeni, onun bu ilgisini bildiği için kendisine, Dede Korkut Hikâyeleri adıyla bir dizi kitap hediye etmiş. Tabi Hümeyra çok sevinmiş. Mutluluktan adeta havalara uçuyormuş.

Okul çıkışında annesini görür görmez ona doğru koşmuş:

“Anne! Anne! Bak, bu kitapları öğretmenim hediye etti. Sınıfımızın en çok hikâye kitabı okuyan öğrencisi seçildim. Çok mutluyum.”

Annesi de bu habere çok sevinmiş. Hümeyra’yı kucaklamış ve her iki yanağından öpmüş.

“Aferin benim tatlı kızım. Ne güzel bir haber bu! Seninle gurur duyuyorum.” demiş.

El ele tutuşmuşlar. Evlerine doğru yürümeye başlamışlar. Hümeyra, konuşmaya devam etmiş. Heyecanla öğretmeninin verdiği ödevden bahsetmiş.

            -Anneciğim; öğretmenim Dede Korkut hikâyelerinden esinlenerek bir hikâye yazmamı istedi. Biliyorsun, ben Dede Korkut hikâyelerine bayılırım. Benim güzel bir hikâye yazacağımdan eminmiş.”

            “Bak ben de heyecanlandım şimdi. Hatta şimdiden yazacağın hikâyeyi merak etmeye başladım. Haydi bakalım. İlk ben okuyacağım ama, söz mü?”

            “Tamam, söz.”

            Hümeyra, susmuş. Dalgın bir şekilde yürümeye devam etmiş. Hümeyra, daha yolda giderken yazacağı hikâyesini düşünmeye başlamış bile, Annesi de onu anlamış olacak ki, hiç seslenmemiş. Öylece evlerine gelmişler. Hümeyra, hemen odasına geçmiş. Çalışma masasına oturmuş. Açmış defterini ve almış kalemi eline. Başlamış yazmaya.

“Evimizin salonundaki duvarda asılı duran o fotoğraflar sevdirdi bana atalarımızı. Onlar olmasaydı biz de olmazdık çünkü. Fotoğrafta öyle güzel bakıyorlar ki! Sanki benimle hâlâ konuşuyorlar gibi geliyordu bana. Salona girdiğimde gözüm ilk o fotoğraflara çevrilirdi. Anneannem ve dedem. Çanakkale’yi onlar anlattı bana. İstanbul’u, Malazgirt’i onlardan duydum ben. Peygamberimizi onlardan dinledim. Dede Korkut’u onlarla tanıdım. Nasreddin Hoca’ya onlarla güldüm.

Onları gördükçe duvarda, anlattıkları hikâyeler gelir aklıma. Gözlerine bakarım hep. Göz göze gelince:

 “İyi ki!” derim.

“Onlar, iyi ki benim anneannem ve dedem olmuşlar!”

Onların nereye gittiklerini merak ederim. Hayâller kurarım kendimce. Anneme sorarım:

“Anneannem ve dedem neredeler şimdi anne?”

Ben sorunca da annem hep bir süre gözlerini kaçırır benim gözlerimden. Sessiz kalırız. Sonra da:

“Çoook uzaklardalar yavrum. Çok uzaklardalar…” der ve bir hikâye anlatır.

Konu böylece kapanmış olur aslında. Hem de benim sevdiğimi bildiği için, hikâye anlatarak beni de mutlu etmiş olur.

İşte yine böyle bir gün, salondaki anneannem ile dedemin fotoğraflarının karşısına geçtim. Arkamdaki koltukta örgü ören anneme dönüp seslendim:

“Anneannem ve dedem neredeler şimdi anne?”

Her zaman olduğu gibi bir süre gözlerini kaçırdı benden. Sonra eliyle işaret ederek yanına çağırdı.

“Bak tatlı kızım. Onlar en güzel yerdeler. İyi insanların gittiği yerdeler. Dede Korkut’un, Alparslan’ın, Fatih’in gittiği yerdeler. En iyisi ben bir hikâye anlatayım sana.” dedi ve başladı anlatmaya:

             “Bir varmış, bir yokmuş.  Etrafı yemyeşil ormanlarla kaplı, derelerinden buz gibi soğuk suların aktığı, renk renk kelebeklerin uçuştuğu bir Türk obasında, Dede Korkut adında bir bilge yaşarmış. Obada yaşayanlar, onu sever, onun sözünden çıkmazlarmış. Onu ataları bilirlermiş. Dede Korkut da gerçekten onları iyiliklere yönlendirir, yanlışlar yapmalarına tatlı öğütleriyle engel olurmuş.

Aynı obada, Aybüke ve Boğaç adında iki arkadaş da yaşarmış. Bunlar birbirlerini çok seviyorlarmış. Çok iyi çocuklarmış bunlar. Herkes, onların bu arkadaşlıklarını örnek gösteriyorlarmış. Aybüke ve Boğaç, beraber oynarlar, beraber gezerlermiş. Kimin ihtiyacı olsa, onlara yardım ederlermiş.

Bir gün bu iki arkadaş, obalarından ayrılıp ormana gitmişler. Kuşları Keskin Göz de onlarla birlikte gitmiş. Keskin Göz, bir ağacın etrafında daire çizmeye başlamış. Bu durum, Aybüke ve Boğaç’ın dikkatini çekmiş. İki arkadaş, koşarak o ağacın yanına gelmişler. Bir de bakmışlar ki, yerde yaralı bir şekilde yatan mavi bir güvercin var. Yaralı güvercini yerden yavaşça almışlar ve Dede Korkut’a götürmüşler. Bütün bu olanları anlatarak kendisinden güvercini iyileştirmesi için yardım istemişler.

Dede Korkut, güvercine sormuş;

            “Neden yaralısın?”

            Mavi güvercin başlamış anlatmaya:

            “Çok iyi bir ailem vardı. Annem, babam, kardeşlerim. Birlikte, güzel bir hayat sürüyorduk. Annem ve babam:

“Bizden habersiz buralardan uzaklaşmayın. Yanımızdan ayrılmayın. Aksi takdirde başınıza kötü şeyler gelebilir. Sakın bunu unutmayın.” diye hep öğüt verirlerdi.

Ben ise, uzakları merak ederdim. Bir gün, onların sözünü dinlemedim ve uzaklara doğru uçtum. Kayboldum. Tepegöz’e yakalandım. Tepegöz, beni kafese koydu. Günlerce aç ve susuz kaldım. Bir an kafesi açık bulunca kaçtım. O gün bu gündür kaçıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ailemi özlüyorum. Yorgunluktan bu ormana sığındım. Karanlıkta garip bir ses duyunca korktum. Kaçayım derken bir ağaca çarptım ve yaralandım. Bu çocuklar buldu beni. Sana getirdiler.”

“İyi ki onlara rastlamışsın.” dedi.

Dede Korkut, mavi güvercinin yarasına kendi hazırladığı bir merhemi sürdü. Bize dönerek:

“Aferin çocuklar. Yardım eden, yadım bulur.” dedi.

Günlerce o mavi güvercinin yarasının iyi olması için uğraştı. Yaralı güvercinin durumunu görmek için Dede Korkut’un yanına gittiğimizde, sağ elinde bastonuyla bizim yanımıza geldi. Sol elini, mavi güvercine uzattı. Güvercin, hemen onun dost koluna konuverdi. Dede korkut başladı öğüt vermeye. Sözünü şöyle tamamladı:

            “Oğuz ilinde, ata sözü dinlemeyen, evlat kabul edilmez. Bundan sonra bu oba senin yurdun olsun.”

Bize de şöyle dedi:

“İyi dost, iyi günde çağırıldığı zaman; kötü günde ise çağırılmadan gelendir. Çocuklar, siz de bu güvercinin kötü gününde yanında oldunuz. Var olun. Kocaman bir aferin size.”

            Mavi güvercin, alması gereken dersi yaşayarak almış oldu.  Dede Korkut’un hikâyeleri ise dilden dile anlatmaya devam edildi. Benim de hikâyem burada sona erdi.”

            Hümeyra, söz verdiği gibi hikâyesini önce annesine okumuş. Ertesi gün, öğretmeni okumuş hikâyeyi. Hümeyra, sınıftaki arkadaşlarına okumuş. Hümeyra’nın yazdığı hikâye öyle beğenilmiş ki, bir hikâye yazma yarışmasına gönderilmiş. Hümeyra, ikinci hikâyesini de yazmaya başlamış bile. Kendisine söz vermiş:

            “Hem okumaya devam hem yazmaya…”

08-02-2024

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 08.02.2024 - Güncelleme: 08.02.2024 14:17 - Görüntülenme: 67
  Beğen | 1  kişi beğendi